146 views 23 mins 0 Yorumlar

AB İLERLEME RAPORU VE DIŞ POLİTİKA

Tarihinde Yayınlandı Bilgi
Mayıs 13, 2019
AB İlerleme Raporu ve Dış Politika

Türkiye AB ilişkilerindeki yıllık gelişmeleri konu alan “ilerleme raporu” yayınlandı. Kapsamlı bir inceleme ve gözlem sürecine dayanan raporun tümünün değerlendirmek bu yazının hacmi içerisinde mümkün değilse de taraflar arasındaki ilişkilerin, bir yıllık süre içerisinde, dış politika, gümrük birliği ve serbest dolaşım ile ilgili alınan kararlar, kabul edilen mevzuat ve uygulanan tedbirler temel başlıkları altında nasıl bir seyir takip ettiğine bakacağız.

İsimlendirme

AB Organları tarafından periyodik olarak yayınlanan ve sözleşmelere göre tarafların yükümlülüklerini o yıl içerisinde ne oranda yerine getirdiğinin tespit edilerek kamuoyuyla paylaşıldığı çalışmalar AB ilerleme raporu olarak isimlendirilmektedir. Orijinal metinde yer aldığı şekliyle isimlendirme “Turkey 2012 progress report” yani 2012 Türkiye ilerleme raporu, şeklindedir. Kapsamlı oxfort sözlüğüne baktığımızda “ progress” kelimesinin ilerlemek, yükselmek, terakki etmek anlamlarına geldiğini görmekteyiz. Medyaya yansıtıldığı şekliyle bu isim, yanlış anlamalara sebep olabilmektedir. Türkiye elbette bir topluluğa dahil olmak istemektedir, ancak bu katılma ve isteklilik, katılmak istenilen topluluğun tüm değerlerinin Türkiye’nin sahip olduğu değerlerden daha üstün olduğu şeklinde yansıtılmamalıdır. Avrupa toplulukları; sanayi, teknoloji, demokrasi ve insan hakları gibi konularda Türkiye için bir çıpa, gösterge olabilecek ise de bulunduğumuz medeniyet havzası, moral değerler, komşuluk ilişkileri, aile ve sosyal yaşam gibi birçok konuda AB’ni oluşturan toplumların, Türk toplumundan alabilecekleri çok şey bulunmaktadır. Yıllık raporlarda taraflar arasında hiyerarşi çağrışımında bulunacak adlandırılmalardan kaçınılmalıdır.

Dış Politikaya İlişkin Değerlendirmeler

Burada üzerinde durmak istediğimiz asıl nokta, Türkiye AB ortaklık müzakerelerinde uluslar arası konular ile dış politika meselelerindeki gelişmeler ve bunların taraflar arasında nasıl değerlendirildiğidir. AB organları Türkiye’nin dış politika ve uluslar arası ilişkilerde attığı tüm adımları dikkatle takip ettikleri rapor içeriğinden anlaşılmaktadır. İlişkilerdeki ekonomik boyut çalışma alanımız olmadığından, kapsamlı değerlendirmelerde bulunmayacağız, ancak ifade etmeden de geçemeyeceğimiz üzere AB, Türkiye’nin İpek Böceği yetiştiriciliğiyle ilgili alanlara varıncaya kadar tüm iktisadi – ticari birikim ve faaliyetlerini kontrol altına almak istemekte ve raporlamaktadır.

Raporda Türkiye uyguladığı politikalarla komşusu olduğu geniş coğrafyada etkin hale gelmiş olup önde gelen bir “bölgesel aktör” olduğu vurgulanmıştır. Türkiye’nin bölgede reformları destekleme konusunda etkin rolü kabul edilmiştir.

Bilindiği üzere Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Dönem Başkanlığını devralacağı 2012 yılı ortalarında, bu dönem süresince AB ile ilişkileri dondurma kararı almıştır. İlerleme Raporunda bu konuya ilişkin, AB zirvesinin Türkiye’nin söz konusu açıklama ve tehditlerine ilişkin olarak duyduğu endişeleri dile getirmiş ve Türkiye yi antlaşma uyarınca AB’nin temel bir kurumsal unsuru olan AB dönem başkanlığına saygı duymaya çağırmıştır.

Biz de AB’yi ve ikili anlaşmalardan doğan bölünmüş ve sınır uyuşmazlıkları olan ülkeleri üyeliğe kabul etmeyeceğine dair karar ve hükümleri uygulamaya davet ediyoruz. Görüldüğü üzere AB önce kendi koyduğu kuralları yok saymış, şimdi başkalarının bu duruma saygı göstermesini bekliyor ki, bu haklı bir tutum olmaz. Belirtmeliyiz ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de AB’ne üye olur, tamamen eşit haklara sahip iki toplumun varlığı kabul edilip anayasal teminat altına alındığı bir Kıbrıs tabii ki Türkiye’nin kabulüdür. Aksi durum geçmişte Ada da yaşanan acı tecrübeleri unutulması anlamına gelecektir.

Türkiye’nin gözlük çerçevesi, çanta, pamuk ipliği, elektrikli aletler, kibrit, motosiklet ve ayakkabı ithalatına varıncaya kadar, uygulanan önlemlerin ortak ticaret politikasıyla uyum konusundaki ilerlemeyi olumsuz olarak etkilediği belirtilmiştir. 3. ülkelerle yapılan ikili anlaşmalar konusunda gelişme kaydedildiği, Lübnan ile serbest ticaret anlaşmasının onaylandığı, Moritus ve Güney Kore ile Serbest Ticaret anlaşmalarının imzalandığı ve Suriye ile mevcut Serbest Ticaret Anlaşmasının askıya alındığı kaydedilmiştir.

AB ortak gümrük ve savunma politikası çerçevesinde Türkiye’nin Bosna Hersek’teki askeri misyon (EUFOR) ve Kosova da ki ((EULEX) misyonlarına destek verdiği, ancak AB üyesi tüm devletleri kapsayacak AB-NATO İşbirliği konusunu çözüme kavuşturmadığı not edilmektedir. Ancak biliyoruz ki, uslar arası ilişkilerde karşılıklılık en temel ölçütlerden biridir. Türkiye gerek Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri dönmesi ve gerekse Yunanistan’ın üyeliğe kabulünde Veto etmeyerek engel çıkarmadığı halde, karşılığında AB organlarının vaat ettikleri sözde kalmış, birçok husus gibi, onlar da unutulmuştur.

Raporda Kuzey Afrika da ki son gelişmeler de dahil olmak üzere Türkiye’nin reformları desteklemedeki etkili bölgesel rolü de dikkate alındığında AB ile dış güvenlik politikası konusundaki siyasi diyalogun kayda değer biçimde yoğunlaştığı belirtilmiştir.

Otak dış ve güvenlik politikası konusunda Türkiye’nin davet edildiği 70 AB Deklarasyonu ve kararından 37 tanesine katılarak %53 uyum sağladığı belirtilerek Suriye, İran, Libya, Tunus, Mısır ve Bahreyn hakkındaki deklarasyon ve konsey kararlarına katılmadığı vurgulanmıştır.

AB kendi içerisinde serbest dolaşımda olan ürünleri ithal edenlerden gümrükleme öncesinde herhangi bir formatta menşe bilgisi talep edilmesinin Gümrük Birliği ile uyumlu olmadığını tespit ederek, taraf olmadığı sözleşme hükümlerine uyma davet etmektedir Türkiye yi. Bu talebi yapan AB organlarından, birliğin Serbest Ticaret Anlaşması veya tercihli gümrük anlaşması imzaladığı 3. ülkelerle yapılan görüşmelere Türkiye yi çağırmasını ya da Türkiye’nin aynı ülkelerle STA ve benzeri tercihli gümrük anlaşmaları imzalamasının en doğal hakkı olduğunu kabul etmesi gerekmektedir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde kayıtlı olan ya da son uğradığı liman GKRY olan gemi ve uçaklar tarafından taşınan malların serbest dolaşımına yönelik kısıtlamalar yürürlükte kaldığı sürece Türkiye’nin “Dış politika” faslına ilişkin AB müktesebatını tam olarak uygulama konumunda olmayacağı vurgulanmaktadır. AB organları bu açıklamayla çelişkiye düşmektedir. AB yaklaşık yarım yüz yıl önce kendisiyle sözleşme imzalamış, katılım müzakereleri yapmakta olan bir âkit ülkeye, kendisinden sonra görüşmelere başlayarak birliğe dahil edilen GKRY’ne uygulamadığı kriterleri uygulayarak, devletler hukukunun temel prensiplerinden pacta sunt servanta ilkesini, yani ahde vefa kuralını red etmektedir.

Türkiye’nin GKRY tarafından yürütülen sondaj çalışmalarına karşı çıkan ve Rum kesiminin arama faaliyetlerine katılacak olan petrol şirketlerini misillemede bulunmakla tehdit eden açıklamalarını sürdürdüğü tesbit edilmektedir.

AB, üye devletlerin BM Deniz Hukuku sözleşmesi dahil uluslar arası hukuka ve AB müktesebatına uygun olarak ikili anlaşmalar yapma doğal kaynaklar ile ilgili anlaşmalar yapma ve bunlardan yararlanmayı da kapsayan egemenlik hakları olduğunu, buna karşın Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında Kıta Sahanlığı Sınırlandırma anlaşması imzalanmış ve TPAO’nun Gazimagosa kıyılarında keşif amaçlı sondaj çalışmalarına destek verdiği vurgulanmıştır.

Türkiye Yunan Karasularının muhtemel genişletilmesine karşı olarak TBMM’nin 1995 tarihli kararında yer alan casus belli (savaş sebebi sayma) tehdidinin halen devam ettiği beyan edilmiştir. Yukarıda son iki paragraftaki vurgu ve tespitlere bakıldığında AB, GKRY için ortaya koyduğu tutum ile, Türkiye’nin kendi menfaatlerini hatta temel güvenlik ve sınırlarını korumayı amaç edinen anlaşmalar yapmasına, kararlar almasına karşı tehditlerde bulunmaktadır.

Gümrük Birliği ve Serbest Dolaşım

Türkiye –AB ilişkileri bir sözleşme ile başladığına göre, bu sözleşmede en az iki tarafın olması ve tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerinin olması pek tabii dir. Ancak biz Türkiye AB ilişkilerine baktığımızda, tarafların yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediği noktasındaki değerlendirmelerin pek de objektif kriterlere göre belirlendiğini söyleyemeyiz. Avrupa ya yönelmek, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu felsefesi, çağdaş uygarlık düzeyi olarak görülen süreçlerden biridir. Ancak 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve ortaklık yaratan Ankara Anlaşmasından beri; önce AET, sonra AB Türkiye yi taraf olarak birliğe kabulde istekli görülmemektedir. Bu tutum, AB’nin, imzalanan Ankara Anlaşması(1963), Katma Protokol (1970), Gümrük Birliği (1995) ve diğer sözleşmelerde öngörülen yükümlülüklerinden, sürekli sarfınazar etmesi ve geri adımlar atması şeklinde tezahür etmektedir.

Aralık 1964’te yürürlüğe giren Ankara Anlaşmasına göre, Türkiye öngörülen koşulları yerine getirdiğinde AET’na üye olabilecekti. O tarihten sonra birliğe başvuruda bulunan ve başvuru tarihine göre Türkiye’den beklenen koşulları taşımayan ülkeler birliğe dahil olmuş, Türkiye halen bekletilmektedir. 1999 yılında Türkiye ye “aday ülke” statüsü verilip 2005 yılında tam üyelik müzakereleri başlatıldığı halde AB’nin kurucu ve sürükleyici ülkeleri Almanya ve Fransa’nın “imtiyazlı ortaklık” şeklindeki yeni bir statü ihdas etme çabaları da AB’nin yerine getirmediği en temel yükümlülüklerdendir. AB komşularıyla sınır ihtilafları olan ülkeleri üyeliğe kabul etmeyeceğini deklere etmiş, sonrasında Güney Kıbrıs Rum Kesimini üyeliğe kabul ederek, akit taraf olan Türkiye’ye karşı yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. AB sözleşmelere aykırı olarak üyeliğe kabul ettiği GKRY’ne, Türkiye’nin Kara, Hava ve Deniz Limanlarının açılmasını, üyelik görüşmeleri ve fasılların açılması için şart koşmakta, adeta oyun içerisinde kural değiştirmek istemektedir. Buna karşın Kopenhag zirvesinde öngörülen siyasi kriterler büyük ölçüde Türkiye tarafından yerine getirilmiştir.

Yine taraflar arasında uygulamaya konan Gümrük Birliği’ne rağmen, AB Türkiye’yi 3. ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmaları görüşmelerine davet etmemekte ancak tek taraflı olarak yaptığı sözleşmelere uymaya zorlayarak haksız rekabet oluşturmaktadır. Hele 1970 tarihli Katma Protokolün 41. maddesine aykırı olarak, örneğin bir Avusturyalı veya bir İtalyan işadamı vize almadan Türkiye de istediği gibi çalışabildiği halde, bir Türk işadamının vize almak için günlerce beklemek zorunda kalmasını nasıl açıklamak gerekir. Bu durum aynı zamanda 6 Mart 1995 tarih ve 1/95 sayılı Gümrük Birliği kararıyla da çelişki teşkil etmektedir. Çünkü, Ortaklık Konseyinin mezkur kararına göre “kısıtlamaların önündeki engellerin kaldırılması ile rekabeti sağlayacak önlemler”in alınmasını gerekmekte idi.

Ortaklık Konseyinin 1/80 sayılı kararının 13. Maddesi sözleşmelerle oluşturulan mevcut durumun daha kötüleştirilemeyeceği, hakların geri alınamayacağı (stanstill) kuralını getirmiştir. Avrupa Adalet Divanın da, Türkiye AB arasındaki anlaşma ve kararlarla doğan hakların, ancak iç hukuk hükümleriyle “yürürlüğün sağlanabilmesi için” önlem alınabileceği, kısıtlayıcı şekilde hukuk kuralı konulamayacağı, yani yalnızca “lehe” düzenleme yapabileceği yönündeki kararı halen yürürlüktedir.

Bu kararlara rağmen AB üyesi ülkelerde ikamet eden ve çalışan Türk işçilerinin mevcut durumlarını sınırlayıcı ve hatta kötüleştirici uygulamaları gözler önündedir.

1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren katma protokolün 41. maddesi karşısında 1980 yılından sonra AB üyesi ülkelerce Türklere karşı başlatılan vize uygulaması, Türk işadamlarının bu ülkelerde iş kurmasına engel olduğu gibi, ticari rakipleri olan AB üyesi ülke vatandaşlarının Türkiye de rahatlıkla iş kurabiliyor olması taraflar arasında eşitsizlik oluşturmaktadır. Bu durum aynı zamanda, AB’nin Türkiye ile imzaladığı anlaşmaların, AB tarafından çeşitli yollarla hükümsüz kılınması anlamına da gelmektedir.

Mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı Gümrük Birliğiyle sağlanırken bu malları satan ve hizmetleri sunanlara çeşitli engeller ve vize duvarları örülerek haksız rekabet durumu oluşturulmaktadır. Avrupalı dostlarımız mal ve hizmetlerini, kendilerine vize engeli koymayan Türkiye de rahatça satabildikleri halde, bizim mallarımız gitmekte ancak onları pazara sunacak iş adamlarımız konsolosluklarda günlerce sıra, sınırlarda saatlerce kontrol kuyruklarında

beklemektedir. Apaçık “haksız rekabet” ve “hakim durumun kötüye kullanılması” olan bu uygulamalar AB üyesi ülkelerin “serbest dolaşım korkusu” ön plana çıkarılarak sürekli üzeri örtülen, ancak Türkiye AB arasındaki sözleşme ve protokollerden doğan temel haklardır.

Diğer yandan AB, kendi içerisinde serbest dolaşımda olan 3. Ülke mallarının Türkiye ye ithalatı üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını istemektedir. Yani AB ile yürürlüğe sokulan Gümrük Birliği anlaşması uyarınca komşu ve yakın coğrafyalardaki ülkelerle istenildiği gibi serbest ticaret anlaşmaları ve hatta tercihli gümrük uygulamaları yapamayacağımızı beyan etmekte. Buna ilaveten tarafı olmadığımız, görüşmelerine dahi katılmadığımız AB ile 3.Ülkeler arasındaki Serbest Ticaret anlaşmaları ve tercihli gümrük tarifeleri uyarınca düşük gümrükle pazara giren ürünlerin, Türkiye pazarına girmesine zorluk çıkarmamamızı istiyor.

Yüksek katma değerli ürünleri Türkiye pazarında serbestçe satan; kişi, mal, sermaye ve hizmetlerin Türkiye de serbest dolaşımı sunan, Türk vatandaşlarına vize duvarları örerek haksız rekabet oluşturan AB, diğer taraftan 3. ülkelerle yaptığı anlaşmalarla düşük katma değerli tarım, tekstil ve basit elektronik malzemelerden oluşan Türkiye meşeli ürünlerin bu ülkelere rahatça geçmesini engellemekte, onlarla ikili sözleşme yapmaya engel olmakta, üstelik, o ülkelerin ticari emtiasının AB deki gibi Türkiye de de serbest dolaşımını istemektedir.

Taraflar arasındaki sözleşmeler uyarınca Türk Vatandaşları için serbest dolaşımın yıllar önce başlaması gerektiği halde, AB’nin Türkiye yi geri kabul anlaşması imzalamaya zorlaması, bu anlaşmanın imzalanması üzerine ancak üyelerini ‘kademeli ve uzun vadeli bir perspektifle vize serbestleştirilmesi yönünde adım atmaya’ davet etmesi çok geç kalınmış yükümlülükleridir.

Sonuç

Raporun “Türkiye AB ortaklık ve katılım müzakerelerindeki ilerlemeler” şeklinde adlandırılması ve her iki akit tarafın hak ve yükümlülüklerinin ne oranda yerine getirildiğinin objektif kriterlere göre belirlenmesi gerekir.

Baştan itibaren uluslar arası ticaret ile serbest rekabete aykırı hükümler içeren ve Türkiye aleyhine işleyen Gümrük Birliği kararı gözden geçirilmelidir. Türkiye, karar süreçlerine dahil edilmeli ya da 3. ülkelerle yapılan sözleşmelerde Türkiye’nin pozisyonu dikkate alınmalıdır. En azından Türkiye 3.ülkelerle aynı koşullarda sözleşme imzalayabilmeli dir. Bütün bunlar sağlanamaz ise, görüşmelerine katılmadığı ve menfaatlerinin serbestçe savunulmadığı kararlara, sözleşme hükümlerine uyması kendisinden beklenmemelidir.

AB organları eğer tek yanlı değerlendirmelere devam edecek olursa, Türkiye kendi açısından, ilişkilerin seyri ve taraflar arasındaki sözleşmelere uymayan AB tavırlarını ortaya koyan yıllık raporlar hazırlayarak kamuoyuyla paylaşmalıdır.

Av Kemal Kaya