136 views 8 mins 0 Yorumlar

NİÇİN? “OMNES VİAE ROMAM DUCUNT? / BÜTÜN YOLLAR ROMA’YA ÇIKAR”?

Tarihinde Yayınlandı Bilgi
Mayıs 13, 2019

Emperyalistlerin güdüm ve yönetiminde yaşadığımız dünya, maalesef çifte standartçılığın; gelir dağılımı adaletsizliğinin; bölgeler arası dengesizliklerin; açlık ve sefaletin; baskı ve zulümlerin; işgallerin, istilaların, soykırımların ve haksızlıkların hüküm sürdüğü bir gezegen haline gelmiştir. Bu perspektiften baktığımızda, dünyamız hiçbir dönemde bu kadar yoğun karanlık bir dönem yaşamamıştır ve adaletsizlik ve haksızlıkların yaşanması bakımından, Firavunların, Nemrutların dönemini aratacak bir karanlık içindedir.

Son bir asırda, zengin Kuzey ülkeleri ile fakir Güney ülkeleri arasındaki uçurum iyice derinleşmiştir. Çok kısa süre zarfında, dünyadaki bütün ekilebilir alanlar ve su kaynakları, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, sürekli egemenliklerini artıran zengin ülkelerin eline geçecek, açlık ve kıtlık, kitlesel boyutlara ulaşacaktır. 1990’lı yıllardan başlayarak yaşanan bu derin krizlerin, kaosların ve çıkmazların temelinde son 3 asırdır dünyaya değerleriyle, kurumlarıyla ve ilkeleriyle yön veren sistemin çöküşe geçmiş olması yatmaktadır.

Bu zulüm dünyasının sadece açlıkla ilgili istatistiklerine dahi bakmak nasıl bir trajediyi insanlık olarak yaşadığımızı en bariz biçimde özetler niteliktedir:

Dünyada 850 milyondan fazla insan kronik olarak açlık çekiyor.
Her beş saniyede bir insan açlığa bağlı nedenlerle hayatını kaybediyor.
Günde 25 bin kişi açlığa bağlı sorunlar nedeniyle hayatını kaybediyor.
Dünyada süren savaşlarda ölenlerden çok fazla sayıda insan açlığa bağlı sorunlar nedeniyle hayatını kaybediyor.
Açlığa bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybedenlerin sayısı, AIDS, Tüberküloz ve Sıtmadan dolayı hayatını kaybedenlerin sayısından fazla.
Dünyada açlığa bağlı olarak ölümlerin ancak %10’u savaş ve kıtlığa bağlı açlık vakalarından kaynaklanırken, önemli bir kısmı kronik açlık nedeniyle gerçekleşiyor.
Dünyada 854 milyon yetersiz beslenmekte olan insan var. Bunların 820 milyonu gelişmekte olan ülkelerde, 25 milyonu geçiş ülkelerde, 9 milyonu da sanayi ülkelerinde bulunuyor.
Her yıl 5 milyon çocuk açlık nedeniyle hayatını kaybediyor.
İstatistiklerin bize sunmuş olduğu tablo bu. Tabii ki bunun nedeni sermayenin daha fazla kâr hırsıdır.

Bu krizler ve kaoslar dünyasında, Türkiye, Batılılar için soğuk, yeryüzünün geri kalanı için sıcak geçen savaşın bitişinin ardından çok ciddi fırsatlar ile karşı karşıya bulunmaktadır. Jeopolitik, jeostratejik, jeokültürel bütün şartlar, Türkiye’ye soğuk savaş döneminde olduğundan çok daha fazla imkânlar sunmaktadır. Ülkemiz ve yöneticileri, bu imkânlarla karşı karşıya kaldıkça tarihsel misyonumuzu hatırlamak zorundadır. Arap Baharı dâhil, bizim coğrafyamızda yaşanan olaylar bir kez daha apaçık biçimde göstermiştir ki, Türkiye bölgesinin amiral gemisidir ve dünyadaki küresel medeniyet krizine karşı, yeni bir medeniyetin değerlerini filizlendirebilecek, tarihsel bir tecrübeye ve medeniyet birikimine ve potansiyeline sahiptir.

Bu dönem, Türkiye’ye; eğer gerekleri yerine getirebilirse, dünyada çok az ülkeye nasip olacak küresel denklemin yeni ve güçlü bir aktörü olma imkânını sunmaktadır. Bunun olabilmesi için de tam bağımsız bir dış politika izlemekten başka çaremiz yok. Zira bütün yollar, Roma’dan çizildiği için Roma’ya çıkar. Dışa bağımlı ve şahsiyetsiz bir dış politika, bunca fırsat ve imkânın içinde dahi Türkiye’yi en fazla “çevre ülke” veya “yarı merkez ülke” konumundan öteye götürmez. ABD’nin Türkiye’den beklentisi ve biçtiği rol, ancak ve ancak başta Arap ülkeleri olmak üzere tüm İslam devlet ve toplumlarına model olmak üzerine bina edilen bir ortaklıktır. Bununla da amaç, kendi tekerlerine, zehirli arı kovanlarına çomak sokacak, dünya hâkimiyeti planlarını bozacak çevre ülkeleri ve toplumlarını ehlileştirmektir. Allaha çok şükür ki, ülkemiz dış politikasını oluşturanlar; başta Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN olmak üzere, Dış İşleri Bakanı DAVUTOĞLU, iddia sahibi ve küresel güç olmak isteyen bir ülkenin liderleri olarak başkalarının dışardan bize çizmiş olduğu projeleri tatbik ederek, başkalarının bize verdiği elbiseleri giyerek asla model olamayacağımızı çok iyi bilmekteler.

Nasıl bir dış politika?

Dış politika vizyonumuzun en önemli prensibi yeryüzünde yaşayan bütün insanların mutluluğunu sağlamak için öncelikli olarak küresel barışı tesis etmek olmalıdır.

Dış politikamızın ilkeleri bizce şunlar olmalıdır: pragmatizm yani çıkarcılık üzerine değil küresel erdemi sağlayacak prensipler üzerine inşa etmek; Yeni ve adil bir dünyanın kurulabilmesini temin etmek; bugün olduğu gibi her zaman kuvvetli olandan değil haklı olandan yana tavır koymak; Reel politiği güce boyun eğmek olarak değil, Türkiye ve dünyayı günün şartlarının getirmiş olduğu imkanları kullanarak bir barışyurdu haline getirmenin bir yöntemi olarak algılamak; diplomaside aktif, çok yönlü ve şahsiyetli olmak; meseleleri evrensel ölçekte ele almak ve bu çerçevede komşular, kardeşler, dindaşlar ve mazlumlar açılımını ana ilke olarak görmek; hiçbir ırka, millete ve toplum kesimine rengini, dilini, dinini göz önünde bulundurarak kategorik olarak düşmanlık yapmamak, ancak ve ancak baskıcı, dayatmacı, zalim ve ezenlere karşı onurlu ve güçlü bir duruşun aracı olarak görmek olarak algılayıp bu yönde adımlar atmak zorundadırlar. Aksi halde Müslüman coğrafyaların bütün yolları Judeo-Christian Medeniyet’in sembolik başkenti Roma’ya çıkmaya devam edecektir.

Yavuz Selim Kurt